AHŞAP SANATININ DUAYEN İSMİ SUAT YAZICI İLE SANATI VE ÇALIŞMALARI ÜZERİNE…
Suat Yazıcı, ülkemizin önde gelen ahşap sanatkârlarından biri. Fütüvvet ahlâkını Ahilik usul ve erkânıyla asliyet ve terkip şuuru içerisinde harmanlamayı başaran Suat Usta yarım asra yaklaşan bilgi ve tecrübe birikimiyle ülkemizin en önde gelen ahşap oyma ustalarından biri. Ustaların ustası, Ahi Babası…
Suat Usta'nın elinden çıkan kavukluklardan tavan göbeklerine, tablolardan çalışma masalarına ve rahlelere kadar yüzlerce eser bulundukları ortamda irfanımızın güzelliklerini ortaya koyarken eserleri filmlere ilham kaynağı oluyor.
Ahşap oyma alanında hem alaylı hem de mektepli ender ustalardan biri olan Suat Yazıcı, Bingöl Sanat Okulu AĞAÇ İŞLERİ bölümünü birincilikle bitirmiş. Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu'ndaki tahsil yıllarında da öğretmenleri nezdinde mütemadiyen örnek öğrenci olarak öne çıkmış.
Ahşap oymanın hemen her alanında olduğu kadar el işçiliği mobilyalar, ofis aksesuarları, oyma/kabartma dekoratif eşyalar konusunda ülkemizin medar-ı iftiharı olan sanatkâr 2017 yılında İstanbul'un Ahisi seçilmişti.
İstanbul Ümraniye'deki AĞAÇ İŞLERİ Atölyesi'nde ahşap sanatımıza yeni eserler kazandırmakta olan Suat Yazıcı ile sanat, estetik ve ahşap oyma üzerine hasbihal ettik.
Suat Bey sizi tanıyabilir miyiz?
10 Kasım 1952 yılında Bingöl ili Kiğı ilçesi Dallıca Köyü'nde doğdum. İlkokulu, 5 sınıfa bir öğretmenin baktığı köyde okudum. Ortaokulu 1964-67 yıları arası Kiğı Ortaokulu'nda bitirdim. Lise eğitimim Bingöl Sanat Enstitüsü 1967-70. 1970 yılında okul bitince hem çalışıp hem de okumak için İstanbul'a geldim. 2 yıl Galata Kulesi bölgesinde o yıllarda marangozluk mesleğinin kalbi olan yerde; 1930 yıllarında İstanbul'a okumak için gönderilmiş babamın amcasının oğlu Hayri Yazıcı'nın atölyesinde marangozluk mesleğinin inceliklerini öğrenerek üniversite eğitimi için hazırlandım. 1972 yılında o günkü adı Yüksek Teknik Öğretmen Okulu olan okula iki aşamalı sınavla girdim. 1976 yılında atölye işletmecisi oldum. 1976-1983 yılları Kuledibi, 1983 ve halen Ümraniye… 2 erkek çocuk ve 3 torun sahibi bir dedeyim.
Öz sanatlarımıza yönelik ilginiz nasıl başladı?
1967-70 Bingöl Sanat Enstitüsü, 1970 Kuledibi, orada Hayri Yazıcı ustanın ustalığı ve Mimar Mehmet Tataroğlu'nun geleneksel Türk İslam Ahşap Sanatları ile tanıştırması sonucu başladı.
Suat Ustam. 53 yıl öncesine 1967 yılının Bingöl'üne gidelim. Okul Müdürünüz Sezai Yalınes “Dekorasyon insan hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır” derken bir köylü çocuğuna neler anlatmak istiyordu?
Bu başlangıç benim marangozluk serüvenimin başlangıcı. Sezai Yalınses müdürümün ağaç işleri bölümünü tanıtırken kullandığı cümle. Bingöl'de Sanat Enstitüsü açılmış, bizler ise ilk öğrencileriyiz. Kayıtlar yapıldı, bir ay geçti bölümlerimiz hâlâ belli değil. İki yol var, ya gönüllü bölüm seçilecek ya da sınav yapılacak. Bu tanıtımlarla gönüllü seçim oldu ve ben az önce hocamızın ifade yer alan dekorasyon kelimesinin büyüsüne kapılarak Ağaç İşleri bölümünü seçtim. Oysa dekorasyon kelimesini ilk defa duyuyordum. Bu alanda o ana dek bildiklerim yer sofrasıydı, o sofranın etrafındaki kürsülerdi ve tahta kerevetteki o yastıklardı.
Bir mülakatınızda mesleğinizi ceza olarak seçtiğinizi söylüyorsunuz. Nedir bu ceza konusu?
Evet, o yıllarda ortaokuldan sonra 3 yıllık öğretmen okulu okuyup ilkokul öğretmeni oluyordunuz. Ben de Tunceli Öğretmen Okulu sınavına girmiş ve kazanmıştım. Ama gitmedim. Kiğı Ortaokulu'nu birincilikle bitirmiştim. “Başarılı öğrenciler doktor olur” diyorlardı. Doktor olmak için de lise okumak gerekir diye ben de Bingöl Lisesi'ne kayıt yaptırdım. Öğretmen okuluna gitmeme cezası olarak babam liseden kaydımı aldı ve o yıl yeni açılan Bingöl Sanat Enstitüsü'ne kayıt yaptırdı. Ceza bu… Allah nur içinde yatırsın, bu ceza için kıymetli babamı…Âmin. Bingöl Sanat Okulu'nun sanat birikiminiz için ürettiği ilave katma değerler için neler söylemek istersiniz?
Sadece Bingöl Sanat Okulu değil, bütün sanat okullarını tekrar sanat öğreten mektepler olarak geri istiyorum ve hayatımın en önemli olayı olarak, Yüksek Teknik Okulu giriş sınavını kabul ederim. Bu okulu da geri istiyorum.
“ESTETİK” BİR ESERE MARİFET KATMAKTIR.
Buradan sanata ve estetiğe geçelim… Sizce sanat ve estetik nedir?
Bu biraz zor ve net cevap veremeyeceğim bir soru. Ama ben tecrübemi aktarmaya çalışacağım. Bu soruyu kendi mesleğim çerçevesinde değerlendirecek olursam; bir ürünü çoklu üretmek imalat, bir veya birkaç kişi tarafından el emeği ile üretmek zanaat. Bu ürettiği şeye tasarımından malzeme seçimine kadar kişi kendi aşkını katarsa sanat olur. Estetik değer ise bu esere tasarım, malzeme seçimi ve marifet katmaktır.
Bu çerçevede sanat eserini nasıl tanımlarsınız?
Sanat eseri kişinin kafası, vücudu ve kalbi ile birleşen bir çalışmadır.
Sanat eseri denilebilecek bir ahşap oyma eseri hangi özellikleri haiz olmalıdır?
A-Olmazsa olmaz bir tasarım.
B-Bu tasarımdaki kompozisyonu en iyi ifade edecek ve geleceğe taşıyacak malzeme seçimi.
C-Güzel ve sabırlı emek bir eseri geleceğe taşır.
“ÖZGÜN SANATI KABUL ETMİYORUM.”
Sanat eseri üretiminde özgürlükten ziyade özgünlük üzerinde duruyorsunuz. Bir eser nasıl özgün olur? Yahut hangi eserler özgündür?
Bu soru beni ifade etmiyor. Ben, özgün sanatı kabul etmiyorum. Konusu ne olursa olsun özgün olarak meydana getirilen bir eserin mutlaka eksik bir yanı vardır. Tarih boyunca bütün medeniyetler, bütün sanatlar geçmiş nesillerin yaptıklarının üzerine küçük nüanslar ekleyerek bugüne gelmişlerdir.
ÖZGÜNLÜK, GEÇMİŞİ YOK SAYMAKTIR.
Özgünlük, geçmişi yok saymaktır. Oysa geçmişi yok sayarak bir gelecek inşa etmek mümkün değildir. Ben geleneksel sanatlarda şunu yaparım. Bir konu 300 yıl evvel işlenmiş. Bunun üzerine 300 yıllık gelişmişliğin değerini koymak gerekir.
Özgürlüğe gelince; makineleşmek özgürlüğün elinizden alınmasıdır. Sizin ortaya koyduğunuz şey makinanın kabiliyetine göre olur. Oysaki makinayı da siz üretmişsiniz ve dolayısı ile makine sizden kabiliyetli olamaz. Dünyanın en gelişmiş CNC'si insandır. Çünkü onu en kabiliyetli olan yaratmıştır. Ondan daha kabiliyetlisini insan yapamaz.
Okuldaki teorik eğitim ilk ustanız Hayri Usta'nın atölyesinde pratiğe dönüşme sürecine değinir misiniz?
Önemli bir soru. Bir mesleğin okulunu okumuşlar için önemli bir ders. 1970 yılında Hayri Usta'nın atölyesine gelene kadar ben bu mesleği bildiğimi zannediyordum. Çünkü okul birincisi olarak mezun olmuştum. Yani üzerime düşeni yapmıştım. O gün okulun verdiği eğitimin birincisi olmuştum ama Hayri Usta'nın atölyesinde geçirdiğim ilk iki saatte hiçbir şey bilmediğimi gördüm. El melekelerim gelişmemişti. O atölyede çıraklığa soyundum. Mesleğin temel esaslarını öğreten okul eğitimim sayesinde, bu öğrenme zamanı çok kısa sürdü.
Ağaç İşleri Atölyesi'nde neler yapıyorsunuz?
Ağaç İşleri Atölyesi geleneksel manada ev ve ofis dekorasyonu yapan bir atölye. Fon ve malzemeden dolayı evin ve ofisin münferit mobilyaları hazır olandan yakıştırılamıyor. Ayrıca bu mekânların münferit mobilyaları da üretilmekte ve iş içindeki hobi geleneksel Türk İslam Ahşap Sanatı objeleri yapılmakta.
Hangi malzemeleri kullanıyoruz?
Müşteri tarafından ısrar edilmediği takdirde benim tercihim Anadolu coğrafyasında yetişen ağaçları kullanmaktan yana oluyor.
Anadolu coğrafyası ağaçlarını hangi aletlerle işliyorsunuz?
Ağaç İşleri Atölyesi'nde geleneksel marangoz makinaları vardır. Atölyemiz üç katlı. Yarı bodrum kat makine atölyesi… Atölye çalışanlarının bazen bu kata hiç inmedikleri olur. Diğer katlarda marangoz tezgâhları ve takım dolapları var. El takımları her ustanın kendi malıdır. Onları çok iyi halde ve ahşabı en iyi şekilde işleyecek keskinlikte tutarlar. ‘Ortak atın beli kırık olur' diye bir atasözümüz var.
Buradan tekniklere geçelim…
Bu konu tavizsizdir. Yapılan her işin sistem ve nokta detayları mutlaka çizilir. Denenecek yeni detaylar varsa önce numunesi yapılır, sonra uygulamaya geçilir. Bir atasözü var, başka kanallarda geçerliliğini bilmem ama ben, ‘Kervan yolda dizilir' diye bir söylemi ağaç oyma sanat ve zanaatına kabul etmiyorum.“BEYNELMİLEL UYGULAMALARDA İTALYANLARI HAREKETLİ, İNGİLİZLERİ SAKİN, ALMANLARI KABA BULURUM.”
Motifleriniz için de bir paragraf açalım dilerseniz.
Bu konu iki başlıkta ele alınmalı. A-Profesyonelce yaptığımız dekorasyon ve münferit mobilyalarda beynelmilel düşünürüm tabi... Türk Mimari Eseri düşünülürse o başka. O zaman geleneklerimize günün yaşam biçimi biraz da fazlalıklardan arınışı… Okurlar ayıplamazsa beynelmilel uygulamalarda İtalyan'ları çok hareketli, İngiliz'leri fazla sakin, Alman'ları biraz kaba bulurum. Ben bu konuda Fransız'ım. Şunu da belirteyim mert olduğum konu Türk Mimari Eserleri…
Hat sanatı eserlerini de ahşabın müşfik yüzüne aktarıyorsunuz. Bu yöndeki yetkinliğiniz nasıl gelişti?
Bir eksikliğimi itiraf edeyim. Ben hat bilmem, ne okuyabilirim ne de yazabilirim... Bu konudaki yetkinliğim her konuda derin feyiz aldığım bir büyüyüm Mimar Mehmet Tataroğlu, bütün plastik sanatlardan anlayan ve müzayedelere çıkan eserleri ekspertiz eden bir üstat. Eskiden kimi hattatlarımız kâğıda yazdıkları hattı ahşaba da uygulamaya yeltenmişler. Hattat aynı zamanda iyi bir oymacı olmadığı için, ortaya pek de iyi sunuşlar çıkmamış. Bir de yine ahşabın üzerine macunla kabartma yazılar yazmışlar. Biz ikisinin ortalaması bir yol denedik. Fakat yanlış yapmamak için rehberim artık 88 yaşında ve bu konuda yeni bir danışmanım olmadığı için çalışmalar sınırlı sayıda kaldı. Son yıllarda bu alanda iyi sanatçılar yetişiyor. Her biri farklı teknikler deneyerek güzel eserler üretiyor.
ESKİDİKÇE YÜZÜ ESKİMEYEN MALZEME TEHCİHİ ÖNEMLİ…
Hüsn-i hattı ahşaba aktaran sanatkârlar nelere dikkat etmeli?
Yazının anlamını, karakterini bozmamaya dikkat etmeliler. Eğer benim gibi hat bilmiyorlarsa kendilerine mutlaka doğru bir danışman bulmalılar. Bir de çalışmalarına değer katacak ve onu geleceğe taşıyacak malzeme seçmeleri lazım. Yani eskidikçe yüzü eskimeyen malzeme tercih edilmeli.
Ahşap oyma sanatında tasarım, uygun malzeme seçimi, uygulama ve işçilik süreçleri üzerine neler söylemek istersiniz?
Neler söylemem ki… Söylenecek o kadar çok söz var ki… Bu soru tek başına bir röportaj konusu.
Bu hususta bir gelenek oluştu mu?
Yok. Kişiler kendi çabaları, kendi kabiliyetleri çerçevesinde gidiyor. Bazen güzel şeyler de yapılıyor. Bazen de gerek motifler gerekse malzeme seçimi kişinin yalnız kendi ufkunda kalıyor. İşte bu özgün konuda nesilden nesle aktarımı olan yani yeniden Amerika'nın keşfinin olmadığı bir akademimiz olmalı bizim.. Ecdadımız ile özdeşleşmiş motiflerimiz var, bunların özünün yolunda yürüyerek geliştirmemiz lazım. Bu işleri yapanlar bir nesille tüketmemesi lazım. Bir de ahşap oyma sanatı kişinin el işçiliği olmalı. Dolayısıyla el işçiliğinde CNC'nin yeri yok. İşi ticari düşünerek yüzüne bakılmayacak şeyler üretiyoruz. Hangisi çoksa insanlar onu görüyor ve doğrusu da budur zannediyor.Uygulamada işçiliğin yeri neresidir?
Yarım asrın özeti olmazsa olmaz bir tasarımı, bu tasarımdaki kompozisyonu en iyi ortaya koyup geleceğe taşıyacak malzeme seçimi ve güzel mi güzel bir işçilik, sabırla…
Osmanlı asırlarında işini gereği gibi yapmayan ustaların pabuçları dama atılırdı. Şimdiki zamanda böylesi denetim süreçleri yok. Bu noktada ustaya ve ilgili kurumlara ne türden görev ve sorumluluklar düşüyor?
Bahsettiğiniz pabucu dama atılma Selçuklu ile başlayıp Osmanlı'nın da 17. yüzyıl sonuna kadar süren bir gelenek. Ama sonra yozlaşmış tabii ki. Türklerin Anadolu'ya yerleştikten sonra geliştirdikleri bir meslek ahlâkı. Günümüzde her meslek için bir çatı oluşturulup kayıt altına alınırsa disiplin sağlanmış olur.
“İNSANLAR USTA DEYİNCE YAŞINI BAŞINI ALMIŞ, GÖBEĞİ ÇIKMIŞ BİRİNİ HAYAL EDİYOR!”
Zaman içerisinde eserler beraberinde hikâyeleri de getiriyor. Sizde tesirleri büyük olan bir eserinizin hikâyesini aktarır mısınız?
Eğer gönülden bir eser yapmak için yola çıkılmışsa mutlaka bir hikâyesi de beraberinde oluşuyor. Benim en çok etkilendiklerim, çok genç yaşta yaptığım bazı çalışmaları ‘beni çocuk görüp' yaptığıma inanmamaları... İnsanlar ‘usta' deyince yaşını başını almış, saçları ağarmış, göbeği çıkmış birini hayal ediyor.
Şüphesiz eşyanın da bir hakkı vardır. Bu cümleden hareketle literatürümüze eşya kültürü dâhil olmuştur. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Çok var ama kısa bir şey söyleyeyim. Bir marangoz ustasının keserini çalmışlar. Çok üzülüyormuş. Sormuşlar, “altı üstü bir keser, neden bu kadar üzülüyorsun” diye.. Demiş ki; “Keserimi çaldıklarına değil, ters bilerler ona yanıyorum.”
Buradan dekorasyona geçelim dilerseniz. Yaşanabilir bir evin dekorasyonu sizce nasıl olmalıdır?
Size bir yaşam kalitesi sunacak. Yani ihtiyaçlarınızı karşılayacak eşyalar olacak. Objelere baktığınızda bir derinlik görmelisiniz. Kişi, bu köşede mi otursam, şu köşede mi otursam diye çok seçenek görmeli. Evin kapı koluna elinizi attığınızda nereye varacağınızı hissettiren doğru bir sirkülasyon olmalı.
OYMANIN MUTLAKA SANATSAL DERİNLİĞİ OLMALI.
Geleneksel Türk mimari üslubuna göre inşa edilen/edilmekte olan evlerde ahşabın, ahşap oymanın yerini tayin eder misiniz?
Geleneksel Türk mimari eserlerinde mutlaka ahşabın sıcaklığı ve o dinlendirici derinliği vardır. Oyma ise sabit dekorasyonda az kullanılmalı ama mutlaka bir sanatsal derinliği olmalı. Ecdadımız bunu daha çok tavan göbeği, kavukluk, bazı zaman da Türk'le özdeşleşmiş zarif lâle, karanfil ve gül olarak kullanmış.
Bu bağlamda Sadberk Hanım Müzesi'nde ve Suna-İnan Kıraç'ın Emirli'deki çiftlik evinde ne türden üretimler/uygulamalar yaptınız?
Sadberk Hanım Müzesi rahmetli Sevgi Gönül'ün sağlığında yapıldı. Hayatımda ilk defa bir müze çalışması yapıyordum. Beni çok heyecanlandırmıştı. Ben o yıl (1999 tarihinde) Ümraniye Belediye Başkan Adayı olmuş ve seçimi kaybetmiştim. O sürecin ardından bu iş çıkmıştı ve hayatımda ilk yenilgimin üzüntüsünü fazlasıyla unutmuştum. İşin sonunda Sevgi hanım, “Suat sana bir şey söyleyeceğim ama kızma” demişti. Söylediği, “İyi ki seçimi kaybetmişsin” sözüydü ve ben de içten içe kızmıştım bu söze. Sevgi hanım, “Kızma, belediye başkanlığı yapacak çok adamlar bulunur ama bu işi yapacak adamlar bulunmaz” diye gönlümü almıştı.
SUNA-İNAN KIRAÇ ÇİFTLİK EVİ 1988 YILINDA GÜNÜMÜZDE YAPILMIŞ EN İYİ TÜRK MİMARİ ESERİ OLARAK TESCİLLENDİ.
Suna-İnan Kıraç çiftlik evini yaptığım zaman daha 33 yaşındaydım. Sanatsal keyfi ve özgürlüğü yaşadığım bir eser. Mimar Mehmet Tataroğlu, Suat Yazıcı sanatsal ruh ikizi müşteride bu ikiliye inandı ve ortaya bir eser çıktı. 1985 yılında yapıldı ve 1988 yılında ‘günümüzde yapılmış en iyi Türk Mimari Eseri' olarak tescillendi. Gurur duyuyorum.
Ülkemizdeki dekorasyon süreçlerinden bahseder misiniz? Hemen her semtte dekorasyon işiyle meşgul olan birkaç müessese var. Dekorasyonda ustalık, liyakat ve ehliyet nerede konumlanır?
Bu konu sadece bu bahsettiğiniz üretici tarafı olmuyor. Bunun bir proje tarafı ve bir de müşteri tarafı var.
SUAT YAZICI: 30 YAŞINDAKİ HALİMİ ARIYORUM.
Proje tasarımını ele alacak olursak, zayıf taraflarımızdan biri aslında bu. Ülkemizde 1970'lerde iki tane iç mimarlık okulu vardı. Biri Fındıklı'daki Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, biri de Beşiktaş'taki Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi. Bunların her biri yetenek sınavı ile yılda sadece 25 öğrenci alırdı. Yani bütün ülkeden yılda 50 öğrenci. Şimdi ise bütün özel ve devlet üniversitelerinin birçoğunun iç mimarlık bölümü var. Ne ara bu okullarda ders verecek kadar hoca yetişti! Atölyeleri disipline edecek müşteri ve mimardır. Yani at sahibine göre kişner. Bir sitem de benden. Ben 68 yaşındayım. Her konuda katlandım ama 30 yaşındaki halimi arıyorum.
USTASIZ USTA OLUNMAZ.
Ülkemizde ahşap oyma alanında teorik ve pratik eğitimler yeterli seviyede veriliyor mu?
Maalesef ülkemizde 1998 yılından sonra yani 8 yıllık eğitime geçtikten ve ondan sonrası uygulanan eğitim sistemi çıraklık müessesini ortadan kaldırdı. Ustasız usta olunmaz. Bu işin okulu yok. Hem alaylı hem mektepli biri söylüyor. Kurslar ise yaptırımı yok, oyalama…
AHŞABI TANIMAYA BİR ÖMÜR YETMİYOR.
Bir yamak, bir çırak yahut kalfa ne kadar zamanda ahşabı tanımaya başlar?
Bizim mesleğimizde yamak yok, çırak, kalfa ve usta var. Bunun zamanlaması ustanın öğretme kabiliyetine, çırağın ve kalfanın yine kabiliyet ve iştahına göre değişir. Ahşabı tanımaya bir ömür yetmiyor.
MESLEK NESİLDEN NESLE AKTARILMALI.
Meslek nesilden nesle aktarılmalı ve yazılı olmalı. İnsan, ahşap karşısındaki galibiyetini ve mağlubiyetini bir yere yazmalı ve kişiler de bunu ciddi ders çalışma gibi okumalıdır. Ben hâlâ öğreniyorum.
Ahşabın kokusu size lisan-ı haliyle neler anlatıyor?
Yarım asırdır bu mesleğin içindeyim. İlk defa 70 günlük bir uzaklaştırma aldım. Covit 19'un verdiği ceza bütün hayatımda aldığım en katı disiplin cezası. Bilmem anlatabildim mi!
“AHŞABI VE İŞİMİ SEVİYORUM.”
Eyvallah efendim. Az önce hâlâ öğrendiğinizi söylediniz. Geride kalan yarım asırda ahşap size neler öğretti?
Buna bir Türk atasözü ile cevap vermek isterdim… Maalesef, bir Çin atasözü der ki, “Bir saat mutlu olmak istiyorsan şekerleme yap. Bir gün mutlu olmak istiyorsan balık avına çık. Bir ay mutlu olmak istiyorsan evlen. Bir yıl mutlu olmak istiyorsan büyük bir servet kazan. Eğer ömür boyu mutlu olmak istiyorsan işini sev.” Ben ahşabı ve işimi seviyorum.
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Bir meslek adamı olarak uzun düşünüp yaparken para kazanacaklarından çok, mutlu olacakları mesleği seçmelerini tavsiye ederim. Ömrünü ahşapla geçirmiş biri olarak evinize suni malzemeler yerine doğal malzemelerden yapılmış mobilyalar tercih edin. Yavaş yavaş ama iki sene sonra çöpe atılmayacak ürünleri tercih ediniz. Sağlıklı, huzurlu günler diliyorum. Bu arada bu röportaj için otuz soru sorarak mesleğimde yarım asırlık ufuk turu yaptırdığı için zatıâlinize teşekkür ediyorum. Bütün sanatseverlere selâm olsun.
Nazik ilginiz için ben teşekkür ediyorum Suat Bey.
İbrahim Ethem Gören-02.06.2020
KuvetTürk Kültür Sanat Hizmetleri