5 Mart - 4 Nisan 2021 Nevmekân Sahil
40 yılı aşan sanatsal birikimini bu sergi ile bir araya getiren Suat Yazıcı, eserlerindeki incelik, ruh ve tabiat sevgisini “Ağaçla Bir Ömür” perspektifi ile sanatseverlerin beğenisine sunuyor.
Ahşap ustası Suat Yazıcı’nın 1980’den bu yana
ürettiği işlerden bir seçkiyi sergilediği Ağaçla
Bir Ömür ahşap işçiliğinin çeşitli örneklerini
ve sanatçının farklı dönemlerdeki meraklarını
yansıtarak izleyicilere geniş bir yelpazede
örnekler sunuyor.
Osmanlı sonrası, erken Cumhuriyet dönemi ev
kültüründeki bölgesel farklılıklar Suat Yazıcı’nın
öz yaşam öyküsünden de izlenebilir. Yazıcı’nın
kendi anlatımıyla doğup büyüdüğü evde
gördüğü, mobilya tanımına uygun parçalar
sandıklar ve sofra altlıklarından ibarettir.
Sandıkların Anadolu evinde en önem atfedilen
mobilya olarak korunduğu, gerek çeyizlik
gerekse tohumluk olarak kullanıldığı, bu
işlevleriyle de en özenilen, usta işi üretilen ve
en çok bezenen parçalar olduğu söylenebilir.
Yine Anadolu’da sandığa eşlik edebilen rahleler
ve daha çok mimari unsurlar olarak karşımıza
çıkan yüklük kapakları, nişler ve pervazlar
bulunur.
Erken Cumhuriyet dönemi eğitim politikalarının
bir tezahürü olarak Yazıcı’nın da ahşap
eğitimi bu örneklerle ve yerel ağaçlarla sınırlı
kalmış ancak sıkı bir işlik terbiyesiyle birlikte
aktarılmıştır. Sanatçı, olasılıkla bölgede
yetişecek öğrencilerin (zanaatkârların) ihtiyaç
duyacağı donanımın bu olduğuna dair inanış
nedeniyle yerel kalan eğitiminin yetersizliğini
ancak İstanbul’daki atölyeye geldiğinde fark
edecektir. Bingöl Sanat Enstitüsü’nde tastamam
edindiği en önemli şey ağaç işçiliğine olan
tutkusu olmuştur. İstanbul Kuledibi’ndeki Hayri
Yazıcı atölyesinde kendisini ustalara teslim eder.
İki yıl sonra Ankara Yüksek Teknik Öğretmen
Okulu sınavlarında İstanbul’daki atölyede
usta çırak düzeni içinde öğrendikleriyle
dönemin öğretmenlerinden övgüler alacaktır.
İstanbul’daki atölye ise bu okumuş çıraklarından
proje ve teknik çizim konusunda destek görecek, kalkınacaktır. Bu iki tedrisattan
birlikte geçmiş olmanın Suat Yazıcı’nın
sanatı üzerinde olumlu etkileri olduğunu
teslim etmek gerek. İki ekolün sanatçıda
sentezlenmesi asıl avantajı olmuştur ki bu
ve benzer örneklerin daha evrensel bir sanat
eğitimi için yol gösterici olması düşünülmelidir.
Suat Yazıcı’nın malzeme bilgisinin artması,
farklı dönemleri temsil eden çeşitli nitelikte
mobilyalarla tanışması İstanbul’dadır. Bu
atölyede dönemin Fransız etkisindeki
mobilyalarını stil ve teknik olarak görüp
tanıyacak, mobilya formları, bunların
süslemeleri ve üretim teknikleri üzerine
geniş bir repertuvara kavuşacaktır. Öte
yandan sanatçı Anadolu ahşap sanatının,
çeyiz sandığının kıymetini de unutmaz. Bugün
sergilenen yapıtlar arasında hem koleksiyonun
nüvesini oluşturan hem de ahşap işlerini bir
sanat olarak okumakta ve ele almakta kendisine
ilham verdiği için sanatçının en önde gelen eser
saydığı yine bir çeyiz sandığı paneli olmuştur.
Sanatçının çok yönlülüğünü yansıtacak
biçimde zengin ve farklı parçalardan oluşan
külliyatı değişik şekillerde gruplanabilir.
İşlevlerine göre münferit mobilyalar, mimari
unsurlar, bezemeler ya da üst yüzey işlemleri
bakımından cilalı, varaklı ve boyalı işler ana
başlıkları altında ele alınabilecek bu yapıtlar bir
bütün olarak Suat Yazıcı’nın yaşamı ve sanatını
olduğu kadar Anadolu ve İstanbul’un, kent
ve kırsalın ahşap işlerine yaklaşımlarını da bir
elden görmeyi sağlıyor.
Sergide yer alan Edirnekâri tekniğiyle
renklendirilmiş ahşap işlere bakıldığında
Suat Yazıcı’nın geleneğe olan merakı, yeni
teknikler öğrenmekteki hevesi ve bu tekniklerin
dosdoğru ve özgün hallerine varmaktaki
ısrarının yenilikçiliğiyle nasıl harmanlandığını
görmek mümkün. Geleneksel olarak kabartma
ya da oyma ile hacimlendirilmemiş yüzeylerde uygulanan bezeme tekniği Edirekâri’nin
renk estetiğini ve formlarını oyma ahşapla
birleştirerek uygulaması, sergilenen boyalı
işlerde Yazıcı’nın asıl katkısıdır. Resim sanatçısı
Fikri Kaya’yla birlikte tasarlanıp uygulanmış bu
işler boya altından ahşap dokusunun görüldüğü
bir saydamlıkta çalışılmıştır. Edirnekâri’nin
geleneksel formu olan çiçek buketi ahşap
üzeri oyma şeklinde yeniden can bulmuştur.
Böylelikle her iki stilin güçlü yönleri bir araya
gelerek Yazıcı’ya ait bir dilin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Edirnekâri renklendirmelerin
Suat Yazıcı’nın yapıtları arasında yeni bir
soluk olduğunu, sanatçının “dersini çalışmayı
sürdürdüğünü” söylemekten çekinmemek gerek.
Varaklı işlere bakıldığında ise çok daha doygun,
daha olgunlaşmış, kuvveti anlaşılmış bir
estetikle karşılaşıyoruz. Bunda elbette varak
işinin İstanbul mobilya ve dekorasyonunda daha
yaygın ve daha bilinçli olarak kullanılagelmesinin
ve dolayısıyla Suat Yazıcı’nın bu malzemeyle
çok daha uzun zamandır daha yakından çalışmış
olmasının etkisi var.
Varaklı işlerle ilgili yaygın bir yanlış görüş
varağın değersiz görülen malzemeyi örtmek,
onu gizlemek ve altın yaldızıyla ona değer
kazandırmak için kullanılan bir araç olduğu
yönünde. Oysa Suat Yazıcı’nın varaklı
parçalarında varağın kendisini göstermesine
izin veren doğru seçilmiş ahşabın, yine varak
çalışmaya izin veren, varağın katkı sağlayacağı
bir oyma tekniğiyle işlendiğini görüyoruz.
Varağı ahşabı gizlemek ve örtmek, süslemek
için değil, ahşabın da varak gibi bir parçası
olduğu toplam yapıtı yükseltmek için kullanma
ustalığına erişmiş bir el bu yapıtların sahibi.
Sergide varağın dönüştürücü etkisini
kavramamıza izin veren iyi bir örnek
aynı formun cilalı ve varaklı örneklerinin
görüldüğü tırnaklı aynalardır. Bunlar yan yana değerlendirildiğinde aynı formda yakalanan
farklı enerjilerin, biri diğerinden üstün olmamak
kaydıyla, nasıl dönüştüğü izlenebiliyor.
Varağın ışık yayan, tabiri caizse, kabartan,
fokurdatan, ayna çerçevesini sınırlarından
taşırarak izleyiciye doğru yayan coşkulu
etkisine karşın, ahşap malzemeyi önceleyen,
onun sahip olduğu içkin özellikleri ortaya
koymayı tercih eden cilada oyma formunun
daha keskin, daha tanımlanabilir, doygun bir
hal aldığı görülür. Cilalı ayna çerçevesi gerek
seçilmiş ahşap malzemenin gerek bu ağaca
uygulanan kusursuz ve dengeli oyma işçiliğinin
ağırbaşlı sunumunudur. Cilalı parçaların varaklı
parçalardan daha az gösterişli olmadığını
ortaya koyması açısından bu parçalara yakından
bakmak önemlidir. Yine de ortada belirgin
bir farklılık vardır. Varak, yarattığı dışa doğru
yönelen ışıkla daha açık bir kompozisyona
ve bu açık kompozisyonun getirdiği duygu
durumlarına izin verirken cila daha kapalı, daha
içe dönük bir kompozisyonla malzemeyi, işçiliği
ve kompozisyonun kendi içsel bütünlüğünü
ortaya koyan bir dile sahiptir ve bunun getirdiği
duyguları çağrıştırır.
Ahşabın cilalanması, alternatiflerine nazaran
yalın görünmesine rağmen son derece
teferruatlı, kullanılan ahşap malzemeyi olduğu
kadar üst yüzey işlem malzemelerini yakından
tanımayı gerektiren, bu malzemeye mutlak
hakimiyetin şart olduğu bir işlem. Cilayı yalnız bir
koruyucu, salt bir parlatıcı olarak düşünmemek
gerek. Sergide cila ustası Niyazi Münüklü’nün
elinden çıkma örneklerle temsil edilen cilalı
parçalarda farklı cila tekniklerinin gerek ahşap
yüzeyler gerekse parçanın bütünü üzerindeki
etkisi izlenir.
Oyma panelli sedir çeyiz sandığında mum cilanın
ağacın dokusunu ortaya koymaktaki mütevazı
hüneri görülüyor. Burada “cila” bir ışıltı oluşturup
gözü kamaştırmıyor. Böylelikle ışık kırılmalarıyla gerek enfes oymanın gerek ahşap dokusunun
detaylarını bize kaybettirmeyen bir özelliği var.
Sedirin nefes almasını engellemediğinden bizi
kokusundan da mahrum etmiyor.
Fransız üslubunda çalışılmış marqueterie
ayrıntıları da bulunan parçalar için ise gomalak
cila tercih edilmiş. Gomalak uygulamasının mum
cilanın aksine zarif ayrıntılı, ince işli bu parçalara
gövde kazandıran, onların yalın tasarımlarını
ortaya koyan bir dokusu var. Cila yüksekliği ya
da dilerseniz derinliği, ahşabın dokusu üzerinde
bir mercek işlevi de görerek kök kaplamaları
canlandırıyor. Suat Yazıcı’nın ağacı önceleyen
estetik ve tekniğinde, ahşap bilgisinin doruğa
çıktığı bu sanatçıda, malzemenin cilayla ortaya
konduğu fakat çıplak bırakılmadığı sergideki
cilalı parçaların en doğru tarifi. İzleyiciyi
ahşapla ve ahşap işçiliğiyle samimi bir ortama,
gerçek bir yakınlığa getirirken ahşabı izleyiciye
karşı savunmasız bırakmıyor. Bu elbette
sergide olduğu kadar Yazıcı’nın elinden çıkmış
mekanlarda da hissedilen, sanatçının üslubunun
bir tarifi de olabilir.
Ağaçla Bir Ömür sergisinde izleyiciyle
buluşan mobilyalar farklı dönemlerden, farklı
dekorasyon stillerinden seçilmiş parçalar.
Yazıcı, bu seçkiyle bir yandan Ağaç İşleri
Atölyesi’nin becerilerinin geniş yelpazesini
ortaya koyarken diğer yandan ağaç işçiliği
teknolojisini de gözler önüne seriyor. Sergiyi
gezenlerin bu alandaki görgüsünü yükseltmek
amacını sezmemek mümkün değil. Örneğin,
tamamlanmamış—yapısal unsurlarını ortada
bırakan—parçalar bir küpeşte örneğinde ya
da bir masa ayağında karşımıza çıkabiliyor.
Masa ayağına yakından bakılacak olursa
kendiliğinden çok mukavim bir malzeme
olduğuna inandığımız ahşabın becerilerinin
aslında usta ellerde nasıl yükseltildiğini
görüyoruz. Dışarıdan yekpare bir ahşap
kütüğünden oyulmuş izlenimi veren bu masa ayağının teknolojisinin bambaşka olduğu,
üstün bir ahşap işçiliğiyle çatılmış parçaların
mukavemeti arttırdığı ve bu ahşap örneğe
ağacın sahip olduğundan daha fazla becerinin
Suat Yazıcı eliyle kazandırıldığı görülebilir.
Özgünlük konusu Suat Yazıcı’nın üretiminde
önemli bir başlık. Zanaat eğitiminin dağarcığındaki
yapılanı yeniden yapma, yaparak öğrenme ve
deneyim kazanma vurgusu kendini her daim
ders çalışan bir öğrenci olarak kabul eden
sanatçı için ustalığında da sürmüş. Sanatlı
bulduğu örnekleri rölöve etmek bunların
üretimlerini baştan ele almak onlara yeniden
hayat vermek kimi zamansa hayata dönmelerini
sağlamak isteyen Yazıcı müzayedelere çıkmış
eserlerden, in situ mimari unsurlara kadar
gönlünü kazanmış ahşap işlerini derlemiş ve
yeniden ele almış. Zaman zaman atölyede
doğrudan müşterilerin talepleriyle üretilen
replikalar dahi buradan ayrılırken muhakkak
Suat Yazıcı’nın imzasını taşıyacak şekilde
“düzeltilmiş.” İki örneği sergilenen asimetrik,
Barok tarzda şövalelere baktığımızda, Yazıcı’nın
bunların formlarını korurken, geliştirilebilir
bulduğu orijinalleri yeniden ele aldığını ve
strüktürlerine yaptığı düzeltmelerle şövaleleri
eskisinden güçlü ve dengeli hale getirerek
onlara daha uzun ömürlü olma fırsatını verdiğini
görüyoruz. Bu müdahaleler göze görülmeyen
ancak ustayı tatmin eden dokunuşlar. İzleyenin
gözünde eskisi ile yenisi, orijinaliyle derlemesi
arasından görünür bir farklılık olmamakla
birlikte ikincisinin yaşam koşulları, becerileri
ve aslında varoluşu zenginleştirilmiş oluyor. Bu
güçlü ama gizli dokunuşta bir yandan mesleğe
bir yandan malzemeye hürmetin ve aslında ahi
ahlakının izleri takip edilir.
Mobilyalardan ayrılıp panolara baktığımızda
yine kendi içsel kusursuzluğu tasdik olunmuş
yapıtların Suat Yazıcı’nın keskisinin ucunda
yeni bir medyumda yorumlanmalarına tanık oluyoruz. Önce, sadece ünlü değil çok usta,
çok mahir hattatların elinden çıkma Türk İslam
sanatının şaheserleri arasından yapılmış bu
seçkinin arkasındaki anlayış ve gözün hakkını
vermek gerek. Nadide yazılar, ahşaba kusursuz
şekilde uygulanmış. Buradaki kusursuzluk
gerek kullanılan malzemenin seçiminde gerek
yazının çizgisel niteliğini ahşaba nakşederken
gösterilmiş özende aranmalı. Mürekkep kadar
ince bir ortamın yüksekliğini görebilen göz
bunu ahşaba yansıtırken de bu nüansları
kaçırmamış. Yazıcı’nın yeniden yorumladığı
bu yazıların kaçını yakından görmek şansını
yakaladığını bilemiyoruz. Yine de adeta yazan
kalemin ucundaymışcasına yazıyla birlikte akan,
hattatın enerjisini kendi keskisine yansıtan bir
dokunuşu var. Özgün yapıtı iyi çözümleyen
sanatçı, formu taşırken yeni ortamın ve özgün
ortamın özelliklerini birbiriyle konuşturabilmiş.
Bu anlamda sanatçının sadece ahşap
oymacılığındaki becerisini değil dünyaya
dönük estetik algısını, çözümleme yeteneğini,
yeniye, öğrenmeye olan tükenmeyen açlığının
meyvesini yapıtlarında görmek mümkün.
Sergide tamamlanmış ve kusursuzlaştırılmış
olanı sunduğu kadar işlerin natamam hallerine
de yer vererek düşünme ve üretim sürecini
ortaya koymaktan çekinmeyen kendiyle barışık
bir ustalığı görüyoruz. Hepsi, ağaca ömrünü
verecek bir kişinin daha aklını çelebilmek için.